Merhaba,
Bu ay konumuz “Mutlak Güç”.
Yakın zamanda tanık olduğum bir yönetişim krizi vakıflar için resmi senet veya dernekler için tüzük hazırlarken “şeytanın avukatı” bakış açısının ne kadar önemli olabileceğini bir kez daha hatırlattı.
Aslında birazdan bahsedeceğim türden sorunların derneklerden çok vakıfları ilgilendirdiğini söyleyebiliriz. Üyelerden oluşan genel kurullar, kendilerine özgü zafiyetler taşısalar da bir kişi ya da bir grubun “Mutlak Güç” haline dönüşmesini engelleyecek mekanizmaları da devreye sokabiliyorlar.
Ülkemizde özellikle bir kişi ya da bir aile tarafından kurulan “özel” vakıflarda kuruculara veya “Başkan”a belli konularda ek bir yetki ya da “veto hakkı” verildiğini görüyoruz. Vakfın tasfiyesi, resmi senet değişikliği veya yönetim kurulu üyesi atanması gibi konularda bu tür ayrıcalıklı bir statüyü garipsemesem de tek bir kişinin farklı nedenlerden ötürü sistemi kilitleyebilmesine de olanak tanınmaması gerektiği düşüncesindeyim.
İnsan ömrünün uzaması bundan yirmi ya da otuz yıl önce aktif görevde olmasını hayretle karşılayacağımız yaşta insanları bugün oldukça kritik karar mevkilerinde görmemizi sağlıyor. Ancak, ne yazık ki, demans veya Alzheimer gibi “çağın hastalıkları” avucuna alacağı kişi ve yakınlarına her zaman bir hazırlanma / alışma süresi vermiyor. Bu hastalıkların özellikle başlangıç evrelerinde sıkça gözlemlenen öfke / paranoyak ruh hali gibi durumlar kritik kurumlarla ilgili kritik kararların alınamamasına ya da yanlış kararlar alınmasına yol açabiliyor.
Peki “İlkeli Temsil” ya da yönetişim bu gibi durumları nasıl önleyebilir? Sıkça kullandığımız yöntemlerden birisi herhangi bir “ayrıcalıklı güç” statüsünü tek bir kişiye değil, bir gruba, en azından iki ya da üç kişiye vermek. Vakfınızda önemli / gerekli bir remi senet değişikliği yapacaksınız ve tek başına veto hakkını elinde tutan Başkan sizi engelliyor. Yukarıda bahsettiğim türden sağlık sorunlarının çok belirgin / ispat edilir durumda olması halinde bile sizi uzun ve meşakkatli bir yolun beklediğini söyleyebiliriz. Bu tür kararları yönetim kurulu içinde ayrıcalıklı bir alt gruba (Kurucular veya Başkan ve Yardımcıları gibi…) bırakmak her zaman olmasa da çoğunlukla krizleri aşmanızı kolaylaştıracaktır.
Başkanın -veya varsa onunla birlikte ayrıcalıklı konuma sahip diğer üyelerin- “onurlu çıkış” yapmasını kolaylaştıracak bir diğer yöntem görev yapabilmek için bir yaş sınırı belirlemektir. Türkiye’de en az bir vakfın resmi senedinde yönetim kurulu başkanlığı için böyle bir kısıtlama (65 yaş) olduğunu biliyorum. Bu yöntemi ben de önersem de yeni bir vakıf ya da dernek kurarken üzerinde oldukça tartışılacak maddelerden birisi olduğunu da belirtmeliyim… Öyle ya, neden 70 ya da 75 değil de 65?
Hep söylediğim gibi, söz konusu yönetişim olduğunda sihirli bir değneğimiz yok. Yapabileceğimiz en iyi şey bariz hatalardan kaçınmak ve öngörebileceğimiz olağanüstü koşullarda da işleyebilecek bir sistem üzerinde kafa yormak.
Temmuz ayında görüşmek üzere…