Skip to main content

Kasım 2024

Yazar: 15 Kasım 2024AYDABİR

Merhaba,

Bu yazının konusu, daha doğrusu “sorusu” şu: Türkiye’de spor kulüpleri iyi yöneti(şi)liyor mu?

Şimdi “Bu da nereden çıktı?” diyeceksiniz. Sanırım çoğumuz spor kulüplerinin esas itibarıyla birer STK olduğunu biliyoruz. Günümüzde özellikle “büyük kulüpler”in sahibi olduğu -borsada işlem gören- şirketlere, farklı alanlardaki iştiraklere, hatta üniversitelere (!) bakıp son derece kurumsal yapılarla, holdinglerle karşı karşıya olduğumuzu düşünmeyelim. En sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim: Ülkemizdeki spor kulüplerinin hiçbirinin sıkı bir yönetim / yönetişim sınavından yüzünün akıyla çıkamayacağına neredeyse eminim. Neden mi?

Carver’ınki dahil belli bir düzeyin üstünde başarı elde etmiş tüm yönetişim metodolojileri profesyonel kadro ile yönetim kurulu arasındaki görev dağılımı / rol ayrımına vurgu yapar. Oysa memleketteki “büyük” spor kulüplerinin yönetim kurulları, girdikleri “savaşı” (evet, çoğunlukla seçim sürecini bir savaşa benzetebiliriz) kazandıktan sonra da devam eden “olağanüstü hâl” atmosferinde kolları sıvarlar ve “iş”in başına otururlar. “Rakiplere” hadleri bildirilmiştir; “camianın” beklentileri vardır ve gece gündüz çalışmak şarttır! Yıllar önce çok sevdiğim bir dostum üç büyüklerden birisinin yönetim kuruluna seçilmiş ve işindeki sorumlulukları yardımcısına devretmişti. Nedenini sorduğumda her hafta yapılan (kulüp) yönetim kurulu toplantılarına hazırlanmak, katılmak ve sonrasında kendi sorumluluğundaki işleri takip etmek için başka bir şansı olmadığını söylemişti. Özellikle büyük kulüplerin, futbol takımının başarısı dışında neredeyse hiçbir performans kriteri olmayan çalışma ortamlarında ideal bir yönetim / yönetişim sistemi ya da dengesi beklemek zaten hayalperestlik olmaz mıydı?

Spor Kulüpleri ve Yönetişim konusuna birçok açıdan bakabiliriz: Söz Sahipliği, Yöneticiye Yetki Devri (!), Yöneticinin Kısıtları… Yerimiz dar, sabrımız kısıtlı olduğu -ve ortada da bilinen anlamda bir “Yönetici” olmadığı- için bu yazıda “Tesir İddiası” ile yetinelim: Büyük bir spor kulübünün varoluş amacı / misyonu / hedefi nedir? Ne olmalıdır? Aşağıdaki amaç Fenerbahçe Spor Kulübü’nün Tüzüğünden aynen alınmıştır:

Kulübün amacı:

  • Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği hedef ve ilkeler doğrultusunda; zeki, çevik ve ahlaklı sporcular yetiştirmek, sporun evrensel değerleri olan sevgi, dostluk, eşitlik ve barış ilkeleri çerçevesinde gençleri spora yönlendirmek ve gençlerin spor yapma olanaklarını geliştirmek, çağdaş yaşama uygun olarak; üyelerin ve sporcuların beden ve ruh sağlığını geliştirecek sosyal ve kültürel olanaklar yaratmak, fizik ve moral eğitimleri ile ilgilenmek, Kulübün tesis ve faaliyetlerinden yararlandırmaktır.
  • Sporun hedefinin bireyler arasında dostluk, barış, sevgi ve kardeşliği geliştirmek olduğu bilinciyle, sporun ulusal düzeyde gelişmesine ve yaygınlaşmasına katkıda bulunmak, Kulübün sporcularını eğitmek ve onlara daha çağdaş koşullar ve olanaklar sağlamak için altyapı, tesis ve sosyal tesisler oluşturmak, onlardaki sportmenlik anlayışının devamını sağlamak, faaliyette bulunduğu spor dallarında yurt içinde ve yurt dışında düzenlenen özel veya resmî yarışma, turnuva ve organizasyonlara katılmaktır.
  • Kulüp, ulusal eğitimimize katkıda bulunmak amacıyla, kurduğu veya kuracağı dernekler, vakıflar, işletmeler veya şirketler vasıtasıyla çağdaş bilim ve eğitim esaslarına dayalı yükseköğretim, ortaöğretim, ilköğretim ve okul öncesi eğitim ve öğretim kurumlarını kurar ve/veya kurulmasına öncülük eder, yardımcı olur.

Fenerbahçe Spor Kulübünün -veya herhangi başka bir kulübün- faaliyetlerini çok yakından izlemesek de yukarıda yazılan hedeflerin hemen hepsine yönelik çalışmalar yapıldığını söyleyebiliriz. Yönetişim veya İlkeli Temsil açısından önemli olan husus bu çok geniş amaçlarla ilgili profesyonel kadroya hangi hedeflerin verildiği, bu hedeflerin nasıl önceliklendirildiği ve dolayısıyla nasıl bir finansal alokasyon yapıldığının da şeffaf bir şekilde ortaya konulabilmesidir.

Yukarıda belirttiğim gibi, spor kulüplerinin tüzüklerinin hemen hepsinde aşağı yukarı aynı amaçlara vurgu yapılır. Peki, çok da geriye gitmeden, mesela son 25 yılda memlekette kulüpler üzerinden harcanan para ve karşılığında “Türk sporu” olarak elde ettiklerimizi bir değerlendirmeye tabi tutsak, “fayda / maliyet” kriterine göre sınıfı geçer miyiz sizce? “Spor için” harcanan milyarlara rağmen son olimpiyatlardaki madalya karnemiz bence kusursuz olmasa da ulusal başarımızı tespitte önemli bir gösterge.

Koskoca bir memleketin spor alanındaki başarısızlıklarının faturasını yalnızca birkaç büyük kulübe bağlamıyorum tabii ki… Devletin bu alandaki samimi çabası, stratejisi, cömertliği kulüplerin faaliyetlerinden kesinlikle çok daha önemli. Maalesef hepimizin bildiği gibi bu konuda da karnemiz hiç parlak değil.

Bu yazıyı yazmadan önce bir haber sitesinde Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın bazı “yetkililerinin” (Özel Kalem Müdürü / Şoför / Temizlik Görevlisi) birçok federasyonda delege yapılarak seçimlerin etkilenmeye çalışıldığını okudum. “Zeki, çevik ve ahlaklı” demiştik değil mi?

Aralık ayında görüşmek üzere,