Merhaba,
Ocak ayı, ücret ayı… Ben bu satırları yazarken hem özel sektörde hem de sivil toplumda yöneticiler ve yönetim kurulları çalışanlarına yapacakları / yapabilecekleri ücret artışı konusunda hararetli tartışmalar içerisindeler… Doğrusunu söylemek gerekirse ben de -hem profesyonel hem de gönüllü şapkalarımla- benzeri süreçleri yönetmeye çalışıyorum.
Derdimi daha iyi anlatabilmek için 2023 yılı Mart ayında yazdığım Aydabir’den bir alıntı yapmam lazım. Başlayalım:
“Yıllardır bir STK için “ideal” olarak tanımlanabilecek insan kaynağının iki boyutu olması gerektiğini söyler dururum:
- Profesyonel Gönüllüler
- Gönüllü Profesyoneller
Ne demek istiyorum? Önce gönüllülerden başlayalım. Bir kurum için “gönüllü” olarak çalışmak demek hepimizin çok iyi bildiği gibi istediğimiz zaman, istediğimiz şekilde ve istediğimiz kadar çalışmak anlamına gelmiyor, gelmemeli… Tesir İddiası’na inandığımız / gönül verdiğimiz bir kuruma gönüllü olarak vakit ayırıyorsak kurumun da bizim bu desteğimizi / sözümüzü dikkate alarak planlama yapacağını, yani gönüllü görevimizi aksatmamızın birçok açıdan sıkıntı yaratabileceğini unutmamamız lazım.
Bir başka deyişle, her ne kadar “gönüllü” olsak da sanki “profesyonel” bir iş akdi yapmışız gibi hissetmemiz / davranmamız lazım. Bunun gerçekleşmesi için her iki tarafa da iş düşüyor. Kurumun “Gönüllü Yönetim Sistemi” veya benzeri bir altyapısının çalışılmış, denenmiş ve tecrübelerden ders alarak güncellenmiş olması çok kritik. Neden gönüllüye ihtiyaç var? Hangi nitelikte? Ne büyüklükte bir gönüllü kadrosu olmazsa olmaz? Gönüllülerimizi nasıl motive edeceğiz, nasıl “onurlandıracağız”? Profesyonel kadro böyle bir gönüllü ekiple çalışmaya hazır mı?
(…)
Gelelim profesyonellere… Yine her fırsatta söylediğim gibi üçüncü sektör çalışanlarının kurumlarıyla kurdukları gönül bağının -çoğunlukla- farklı bir seviyede olduğunu biliyoruz. İklim değişikliği konusunda duyarsız bir vatandaş bir çevre koruma derneğinde başarılı bir profesyonel olarak çalışabilir mi? Bir insan hakları vakfının yöneticisi faaliyet alanına yalnızca bir “iş” olarak bakıyor mudur?
Çok iyi bildiğimiz gibi STK çalışanları için “davaya inanmak” en az çalışma koşulları kadar önemli. Benim “gönüllü profesyonel” olarak adlandırdığım bu geniş insan gücünün iyi niyeti ne yazık ki tam da bu nedenden ötürü bazen suiistimal edilebiliyor. Bu arkadaşlarımızdan daha fazla özveri bekleniyor. Özel sektörde benzeri yoğunlukta çalışan ve benzeri eğitime / yetkinliklere sahip arkadaşlarından daha az maaş almaları doğal karşılanıyor. Bunun üzerine zaman zaman çok da “profesyonel” olmayan bazı gönüllülerin baskısı eklenebiliyor.”
Şimdi dönelim bugüne ve memleketimize… İçinde yaşadığımız çoklu krizler çağında Türkiye önce pandemi, sonra deprem, beraberinde siyasî ve ekonomik krizle, çalışanlar ve emekliler için nefes almanın gittikçe zorlaştığı bir ülkeye dönüştü. Artık kimsenin ciddiye almadığı -gelişmiş bir ülke olsak açıklanması dahi suç sayılacak- TÜİK verileri, söz konusu ücret artışı olunca maalesef kıymete biniyor. Koca koca holdingler -bozulan ekonomiyi, düşen kârları ve belirsizliği öne sürerek / bahane ederek- özellikle orta kademe ve altı beyaz yakalı çalışanlarını daha da fakirleştirecek zam oranlarını peşi sıra açıklıyor. Mavi yakalı çalışanlar bu olumsuz ortamdan sendikaları sayesinde bir nebze olsun daha az etkileniyor. Özel sektörün “amiral gemilerinde” başlayan “kemer sıkma ve fedakârlık” mesajları dalga dalga diğer kurumlara ve maalesef sivil topluma da yansıyor.
Bugün İstanbul’da 10 yıl tecrübeli, çok iyi eğitimli, itibarı yüksek bir STK’da orta kademede çalışan bir “gönüllü profesyonel”in maaşıyla tek başına, “iyi” demiyorum, “ortalama” koşullarda yaşaması neredeyse imkânsız: Ya ailesiyle yaşayacak / ailesi tarafından desteklenecek, ya evli olacak ve eşinin geliri kendisininkinden hatırı sayılır seviyede yüksek olacak, ya da birkaç arkadaşıyla kentsel dönüşüme gireceği için kirası astronomik olmayan bir daireyi paylaşıp geleceğe dair ümitlerini canlı tutmaya çalışacak.
Yukarıda yazdıklarım tabii ki yalnızca STK çalışanları için geçerli değil; bugün yurt içi ve yurt dışında çok iyi üniversiteleri bitirmiş binlerce genç, anne ve babalarının sahip olduklarına kolay kolay sahip olamayacakları ve onlarla birlikteyken yaşadıkları hayatı kolay kolay yaşayamayacakları gerçeğine alışmaya çalışıyor.
Bu noktaya nasıl geldiğimizi anlamak ve anlatmak beni boyumu da, bu mütevazı platformun boyunu da kat be kat aşıyor… Bu işi, dünyanın dört bir yanındaki yetkin ve duyarlı bilim insanları ile hem akıllı hem de vicdanlı siyasetçiler ellerinden geldiğince yapmaya çalışıyorlar[1]. Kâr amacı gütmeyen birçok kuruluş da aynı amaçla, devletin ve / veya özel sektörün asla yapamayacağı çalışmalara imza atıyor… Girişte bahsettiğim yazıdan son bir alıntı yaparak konuyu bağlamaya çalışayım:
Sivil toplum memleketimizin ve gezegenimizin geleceği için hayati bir önem taşıyor. Profesyonel Gönüllüler veya Gönüllü Profesyoneller olarak sorumluluğumuz büyük.
Şubat ayında görüşmek üzere…
[1] Meraklısına Immanuel Wallerstein’ın dört arkadaşıyla yazdığı “Does Capitalism Have A Future”, Joseph Stiglitz’in “The Price of Inequality” ve Yanis Varoufakis’in “Talking To My Daughter” ve “Technofeudalism” isimli kitaplarını hararetle, hararetle, hararetle öneririm.