Merhaba,
Zaman zaman AYDABİR yazılarımı gündemin “sıcak” konularıyla örtüştürmek iyi oluyor. Bu ay da ABD’de süregelen üst düzey yönetişim sorunundan bahsetmek ve “Seçilmiş Başkan” müessesesi ile ilgili görüşlerimi açıklamak istiyorum.
Artık hepimizin malumu: Son anda bir değişiklik olmazsa, dünyadaki her canlının hayatını -ve dünyanın kendisini- etkileme gücüne sahip bir “koltuğa” ya bunamak üzere olan 81 yaşında bir politikacı (Biden) ya da tarihin gördüğü en utanmaz, en yalancı ve en tehlikeli siyasî karakterlerden birisi (Trump) oturacak. 30 Haziran 2024 günü gerçekleşen “Başkanlık Münazarası” ve 13 Temmuz 2024 günü yaşanan suikast girişimi ibreyi neredeyse tümüyle Trump lehine çevirmiş gözüküyor. Hal böyle olunca insan da kendi kendine sormadan yapamıyor:
“Yaşadıkları çağın çok ilerisinde modern / liberal görüşlere sahip olmanın yanında çoğunun “sıra dışı zeki” sayılabileceğini bildiğimiz “Amerika’nın Kurucu Babaları” bunları nasıl öngöremedi?”
Bir nefes alıp girişte bahsettiğim “Seçilmiş Başkan” (İngilizcesi: “President-elect”) kavramına dönelim. ABD anayasası -ve seçim sistemi- nedeniyle aşina olduğumuz bu uygulamaya aslında bazı sivil toplum kuruluşlarında da rastlıyoruz. ABD’de Başkanlık seçimleri Kasım ayında, seçilen “seçicilerin” Başkanı seçmesi Aralık ayında, yeni Başkan’ın görevi devralması da Ocak ayında gerçekleşiyor. Bu nedenle yeni Başkan görevdekinin rakibi ise Kasım-Ocak ayları arasında “Seçilmiş Başkan” ünvanını kullanıyor.
Lions / Rotary benzeri birçok STK ise “yönetimde devamlılık” / “kurumsal hafıza” gibi gerekçelerle bir sonraki başkanlarını mevcut dönem içerisinde belirliyorlar. Hatta görevi bırakan başkanı da “Son Sabık Başkan” (İngilizcesi: “Immediate Past President”) ünvanıyla yönetim kurulunda bir dönem daha tutuyorlar. (Bunun sakıncalarından başka bir yazıda da bahsedebilirim ama Şubat 2024 yazısını okuyup paralelliği kurmanız da yeterli olabilir.)
Eğer bir üst yönetişim organında bir Başkan bir de Başkan Yardımcınız varsa söz konusu Yardımcının gerektiğinde Başkanın tüm görevlerini üstlenebileceğini varsaymalıyız. Benim bildiğim vakıf resmi senetleri ve dernek tüzüklerinin neredeyse tümünde bunun işaretlerinin / hükümlerinin olduğunu söyleyebilirim. Aslında, senette-tüzükte-yönetmelikte yazmasa da bir “İkinci İnsan”ın söz konusu organizasyon açısından “Birinci İnsan” yetkinliklerine sahip olması gerektiğini varsayabiliriz. (Yıllar önce bir yöneticinin kendisine yardımcı seçerken yaptığı yanlış tercihi veto etmemiş ama yukarıdaki gerekçeyle uyarmıştım. Ne yazık ki haklı çıktım.)
Bu kadar önemli bir konu tabii ki ABD anayasasında da pas geçilmemiş: Başkanın vefatı ya da görev yapamaz hale gelmesi durumunda Başkan Yardımcısı anayasa gereği Başkan olarak göreve başlıyor. Tarihte bunun en yakın örneği Kennedy suikastından sonra Johnson’ın Başkan olarak yemin etmesi. Bu açıdan değerlendirdiğimizde Başkan Yardımcılarını da bir tür “Seçilmiş Başkan” olarak değerlendirmemiz sizce de mümkün değil mi?
Biden’ın “Başkanlık Münazarası” fiyaskosundan sonra aklına ve vicdanına güvendiğim kişilerden bazıları birbirine taban tabana zıt açıklamalarda bulundular. Bernie Sanders -Kamala Harris’ten hiç hoşlanmıyor olsa gerek- her halükârda Biden’ı desteklediğini ilan etti. Gözde yönetmenim Michael Moore ise, Anayasaya dayanarak, Biden’ın görevi Kamala Harris’e devretmesi gerektiğini -oldukça ikna edici bir şekilde- savundu.
Yönettiğiniz ABD gibi bir “süper güç” değil, orta halli bir STK da olabilir. Başkanınız kurumunuza, çalışanlara, hizmet ettiğiniz hedef kitleye ve kendisine göz göre göre zarar verirken siz Başkan Yardımcısı -ve Yönetim Kurulu- olarak resmi senedinizin / tüzüğünüzün size yüklediği sorumluluktan nasıl / neden kaçabilirsiniz?
ABD’de Demokrat Parti seçime Biden’la girerse -ve beklendiği gibi seçimi kaybederse- Kamala Harris ve “Kabine” gelecek kuşaklara bu sorunun yanıtını vermekte çok zorlanacaklar.
Eylül ayında görüşmek üzere…