Skip to main content

Mayıs 2023

Yazar: 22 Mayıs 2023AYDABİR

Merhaba,

Acaba “iki bayram arasında evlenilmez” sözünü / öğüdünü “iki seçim arasında yazı yazılmaz” şeklinde yorumlayabilir miyim? Aklım ve kalbim seçime kilitlenmişken “yönetişim” ve / veya “ilkeli temsil” konusunda ne yazabilirim? Belki çivi çiviyi gerçekten de söker… Anladınız, biraz politikadan bahsedeceğiz…

Bu okuduğunuz on dokuzuncu Aydabir; iki istisna dışında -ki o yazıları da bir yerinden ana konumuza bağlamaya çalışmışım- sivil toplum kuruluşları için ideal yönetim / yönetişim nasıl olmalı sorusunu farklı açılardan ele alıyoruz. Sıkça değindiğimiz kavramları hatırlayalım: Söz Sahipliği, Kısıtlar, Şeffaflık, Makul Yorumlama, Tesir İddiası, Gözetim…

Bir vakıf ya da dernek için “ideal” olarak tanımlayabileceğimiz yapı ülke yönetimi için ipuçları barındırıyor olabilir mi? Evet, hem de kesinlikle evet! Depremden sonra yazdığım Aydabir’den bir alıntı yapalım:

Bir devletin amacı, vazifesi, “Tesir İddiası” nedir? Ya da ne olmalıdır? Bu soruyu cevaplayabilmek için akademisyen, entelektüel veya yönetişim uzmanı olmaya gerek yok. Herhalde sokaktan rasgele çevirdiğimiz insanlara bu soruyu yöneltsek büyük çoğunluğu aşağı yukarı şu yanıtı verecektir:

 “Vatandaşının malını ve canını korumak.”

 İnsanları rasgele seçtiğimizi ama sokağın o kadar da rasgele belirlenmediğini hayal edersek belki olası yanıtlara şu cümle de eklenecektir:

 “Memlekette adil ve müreffeh bir düzen sağlamak.”

Söz konusu yazıda Cumhurbaşkanımızı da unutmamışız:

Türkiye Cumhuriyeti için bir “İlkeli Temsil” sistemi kuracak olsak “Cumhurbaşkanı’nın Kısıtları”nı tanımlamamız gerekirdi ve Temel Kural da sanırım şuna benzerdi:

 Cumhurbaşkanı, Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasaya, diğer yasalara ve genel olarak kabul edilen uluslararası etik ve insanî ilkelere aykırı bir faaliyete girmesine; bu şekilde tanımlanacak bir karar almasına neden olmayacak ve izin vermeyecektir.

 Bu “Tesir İddiası” ve “Cumhurbaşkanı’nın Kısıtları” önerileri üzerine çok şey söylemek mümkün. Doğrusu dünyadaki ülkelerin çoğu kâğıt üzerinde benzeri hedefler ve kısıtlar tanımlıyor olsa da gerçek hayat çok başka türlü yaşanıyor. Peki, neden?

Kısa bir yazıda bu derin konunun etrafını dolaşmak bile zor. Jean-Jacques Rousseau meşhur Emile kitabında şöyle diyor:

“Toplumu insanlar, insanları da toplum aracılığıyla incelemek gerekir: Politika ile ahlakı ayrı ayrı ele almak isteyenler ikisinden de hiçbir şey anlamaz.”[1]

Ben boyumu çok çok aşan psikoloji / sosyoloji ve sosyal psikoloji alanlarına fazla dokunmadan kendi uzmanlık alanıma geri döneyim… Ama bu kez özel bir dernek türü üzerinden: Siyasi partiler…

Siyasi partilerin aslında birer dernek olduklarını biliyorsunuz değil mi? Üyeleri, başkanları, yönetim kurulları, genel kurulları (Kongreleri) ve tüzükleri ile aslında herhangi bir dernekten çok az farkları var. Peki “demokrasiyi yüceltecek” bu derneklerin kendileri ne kadar demokratik? Seçim “sath-ı mail”inden çıktıktan sonra üşenmezseniz ve gerçekten sabırlıysanız siyasi parti tüzüklerine bir göz atın… Göreceğiniz şey “Sayın Başkanların” mecbur kalmadıkça ya da kendileri gerçekten istemedikçe koltuklarından kolay kolay indirilemeyecekleri. Tüzük detaylarıyla sizi sıkmak istemiyorum ama herhangi bir siyasi partide “Kongre”nin, değil Başkan’ın istemediği bir kararı alması, konuyu tartışmaya açması bile bir hayli güç. Başka bir deyişle hiç de demokratik olmayan ve “tek adamlığı” yücelten sivil toplum kuruluşları (siyasi partiler) marifetiyle çoğulcu, katılımcı, şeffaf, bir ülke / toplum inşa etmek istiyoruz. Sizce de bu işte bir yanlışlık yok mu?

Haziran ayında görüşmek üzere…

[1] Alıntı -ve Nur Küçük’e ait olan çeviri- orijinal Emile kitabından değil, Ernst Cassirer’nin Jean-Jacques Rousseau Meselesi adlı eserinden.