Merhaba,
Bu ay yazımı yazmakta biraz geç kaldım ama bu gecikme hoş bir konuyu ele almama vesile oldu. Anlatayım:
Avrupa sivil toplumunun en önemli çatı kurumlarından birisi olan Philea (Philanthropy Europe Association) 1989 yılında kurulan EFC (European Foundation Center) ve 1997 yılında EFC çatısı altında enformal bir platform şeklinde faaliyete başlayan Dafne’nin 2021 yılında birleşmesiyle hayata adım attı. Philea’nın bugün 30 farklı ülkeden 7.500 kadar üyesi var. Muazzam, değil mi?
İşte bu Philea’nın 2023 yılında gerçekleştirdiği bir araştırmaya katılan 167 kurum önümüzdeki on yıllarda sivil toplumun karşılaşacağı en önemli risklerden birisinin karar almakta zorlanan, değişime uyum sağlayamayan ve iş birliği yapamayan yönetim kurulları olacağını söylemiş. Hâl böyle olunca da Philea “durumdan vazife çıkarmış” ve yönetişim konusunu masaya yatırmaya karar vermiş.
Philea yönetişim projesinin sorumluları geçen ay TÜSEV Genel Sekreteri sevgili Rana Kotan’ın önerisi üzerine benimle temas kurup bir görüşme yapmak istediklerini söylediler. Dün gerçekleştirdiğimiz bu görüşme öncesinde bana yolladıkları sorulardan birisi iyi yönetişimin temel değerlerinin -bence- ne olduğuydu. Görüşmede kendilerine de söyledim: Bu soruya verilecek yaygın yanıt şeffaflık, hesap sorulabilirlik, sorumluluk gibi kavramları içeren uzun bir listedir. Bense cevabımda tek bir kavram üzerinde durdum: Saygı!
Bence iyi yönetişim ya da kusursuz “İlkeli Temsil” yönetim kurullarının üç muhataba / alana eksiksiz bir saygı göstermesiyle sağlanabilir.
- Söz sahiplerine saygı
- Kuruma (tarihine, geleneklerine, çalışanlarına) saygı
- Bilgiye saygı
Bu yazıların az sayıdaki düzenli okurundan birisiyseniz “Söz Sahiplerinin” kim olduğunu da biliyorsunuz demektir. Bilmeyenler veya hatırlamayanlar 2021 Kasım yazısını okuyabilirler. Benim söz sahipliğine ilişkin en sevdiğim tanım bir sivil toplum kuruluşunda yönetim kurulunu seçmeye ve kovmaya yetkili kişi ya da kişiler tanımı. Yani, ülkemize uyarlarsak, derneklerde Genel Kurul, vakıflarda -varsa- Mütevelli Heyeti.
Üstadımız Carver’ın yönetim kurullarına verdiği en önemli vazifenin “kuruma söz sahipleri adına sahip çıkmak” olduğunu hatırlarsak bu gruba duyacağımız “gerçek” saygının da ne denli hayati olduğunu hissedebiliriz: Söz sahipleri kim? Kurumdan ne bekliyorlar? Bu beklentileri gerçekçi mi? Yönetim Kurulu olarak onlarla düzenli ve nitelikli iletişim kuruyor muyuz? Yazıyı çok uzatmamak için bu faslı burada kapatıyorum ancak benim bildiğim vakıf ya da derneklerin çoğunun söz sahiplerine karşı yüzeysel bir saygı göstermenin ötesine / derinine gidemediğini söylemeliyim.
Peki ya kuruma saygı? Yönetim kuruluna seçildiğiniz STK’nın geçmişini, tarihini, çok önemli krizlerini, istisnai başarılarını ne kadar biliyorsunuz? Çalışanlar size mutlaka saygı duyuyor, siz onlara saygı duyuyor musunuz? Yoksa birçok STK’da olduğu gibi üyeler olarak baş başa kaldığınızda sürekli insan kaynaklarının yetersizliğinden mi şikâyet ediyorsunuz? Bunu değiştirmek için bir şey yapıyor musunuz?
İnsanların sizin bilginize, tecrübenize, statünüze saygı duymasını istiyorsunuz. Peki siz başka uzmanlıklara, başka alandaki deneyimlere, bu deneyimlerin sahibi olan insanlara saygı duyuyor musunuz? Mesela, bir STK’da gerçekten iyi bir yönetim kurulu üyesi olmak için neleri bilmeniz gerektiğinden haberdar mısınız? Yönetim kurulu başkanınızdan ve / veya tepe yöneticinizden bu alanda kendinizi geliştirmek için eğitim ya da kaynak talep ediyor musunuz?
Philea’daki meslektaşlarımla sohbet ederken sorduğum bu sorular ve “saygı” yaklaşımı beni de onları da heyecanlandırdı. Görüşmenin bir noktasında “Bir de ‘denge’ konusu var” dedim ve muhabbet daha da derinleşti… Bunu da başka bir yazıda ele alırız belki…
Haziran ayında görüşmek üzere…