Skip to main content

Şubat 2023

Yazar: 19 Şubat 2023AYDABİR

Merhaba,

Ülkemiz tarihinin en büyük “insan eliyle / akılsızlığıyla hazırlanmış” yıkımının gölgesinde değil yazmak, düşünmek bile güç… Buna rağmen, öfkemi dizginlemeye çalışarak, derdimi anlatmaya ve bu tarifsiz felakete dair -odak noktamız olan malum disiplin perspektifinden- birkaç söz söylemeye çalışacağım.

Bir devletin amacı, vazifesi, “Tesir İddiası” nedir? Ya da ne olmalıdır? Bu soruyu cevaplayabilmek için akademisyen, entelektüel veya yönetişim uzmanı olmaya gerek yok. Herhalde sokaktan rasgele çevirdiğimiz insanlara bu soruyu yöneltsek büyük çoğunluğu aşağı yukarı şu yanıtı verecektir:

“Vatandaşının malını ve canını korumak.”

İnsanları rasgele seçtiğimizi ama sokağın o kadar da rasgele belirlenmediğini hayal edersek belki olası yanıtlara şu cümle de eklenecektir:

“Memlekette adil ve müreffeh bir düzen sağlamak.”

İlkeli Temsil metodolojisiyle biraz haşır neşir olmuş okurlar yukarıdaki iki cümlenin birleşmesiyle oluşan basit tanıma (Temel İddia) bir mali boyut (bu durumda Türkiye’nin gider bütçesi rakamını) ekleyebilir ve altına da kendi iddia hedeflerini -önceliklendirerek- yazabilirler. Benimki sanırım şöyle olurdu:

Temel İddia:

Türkiye Cumhuriyet yılda yaklaşık 4,5 Trilyon TL bütçesiyle Türkiye sınırları içerisinde yaşayan her canlının ve yurt dışında yaşayan tüm Türk vatandaşlarının malını ve canını koruyacak, ülke sınırları içerisinde adil ve müreffeh bir düzen sağlayacak ve sürdürecektir.

İddia Hedefleri

Yetki alanı içindeki tüm canlı ve cansız varlıkları eşit gören, tepeden tırnağa yetkin uzmanlarla donatılmış bir Hukuk Sistemi. (Birinci Öncelik)

“Herkes için nitelikli eğitim” ilkesini şiar edinmiş, tepeden tırnağa yetkin uzmanlarla donatılmış bir Eğitim Sistemi. (İkinci Öncelik)

Yukarıdaki hedeflere en kısa sürede ulaşılmasını ve sürdürülmesini sağlayacak bir Devlet / Hükümet / Siyaset Sistemi. (Üçüncü Öncelik)

Zekâ ve deneyim açısından yanlarına dahi yaklaşamayacağım sayısız düşünürün en azından iki bin beş yüz yıldır üzerinde kafa yorup kesin bir cevap bulamadıkları son derece karmaşık bir soru ya da sorunu yukarıdaki gibi ele almak bazı okurlara fazla naif gelecektir, tahmin edebiliyorum. Bazı okurlar -kendi uzmanlıkları, öncelikleri doğrultusunda- iddia hedefleri arasında hayati önem taşıyan bazı alanların (mesela Sağlık ya da Ekonomi veya Teknoloji) olmamasını garip karşılayacaktır, bunu da biliyorum. Naçizane fikrim, “kusursuz” veya “kusursuza yakın” bir eğitim ve hukuk sisteminin hiç de geç olmayan bir sürede diğer tüm sistemleri de kendisine benzeteceği yönünde. Müreffeh bir toplumun tüm bileşenlerinin en hayati temeli olan yetkin insan kaynağına ancak söz konusu kusursuz eğitim sistemi sayesinde sahip olabileceğimizi de eklemeliyim. Yine de her türlü eleştiriyi peşinen kabul ederek derdimi anlatmayı sürdüreyim:

Ocak ayındaki yazımın konusu “Yöneticinin Kısıtları” idi. Şimdi bahsedeceklerimi daha iyi anlayabilmeniz için bu kısa yazıya da hızlıca göz atmanızı öneririm. Türkiye Cumhuriyeti için bir “İlkeli Temsil” sistemi kuracak olsak “Cumhurbaşkanı’nın Kısıtları”nı tanımlamamız gerekirdi ve Temel Kural da sanırım şuna benzerdi:

Cumhurbaşkanı, Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasaya, diğer yasalara ve genel olarak kabul edilen uluslararası etik ve insanî ilkelere aykırı bir faaliyete girmesine; bu şekilde tanımlanacak bir karar almasına neden olmayacak ve izin vermeyecektir.

Bu Temel Kuralın altındaki başlıklardan birisi -standart bir kurumdaki “Çalışanlar” başlığı gibi- mutlaka “Vatandaşlar” veya “Türkiye Sınırları İçerisinde Yaşayan Canlılar” olurdu. Konumuzu elle tutulur bir hale getirebilmek için yine Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı’nın İlkeli Temsil Kılavuzundan faydalanalım ve “Çalışanlarla İlişkiler” başlığının altındaki kurallara göz atalım:

Çalışanlarla İlişkiler

Genel Sekreter (GS) çalışanların haksız, onur kırıcı ve keyfi davranışlara maruz kalmalarına neden olmayacak ve izin vermeyecektir.

  1. GS çalışanların tabi olduğu kuralları açık şekilde ortaya koyan, şikâyetlerinin etkili şekilde ele alınmasına olanak sağlayan ve kişisel sebeplerden dolayı ayrıcalıklı muamele görmelerine engel olan yazılı kurallar olmaksızın hareket etmeyecektir.
  2. GS, TÜSEV’e zarar vermeyecek eleştirel ya da farklı bir görüşü nedeniyle hiçbir çalışana karşı olumsuz bir davranış sergilemeyecektir.
  3. GS, çalışanların acil durumlara (doğal afet, terör, yangın vb.) karşı hazırlıksız olmasına izin vermeyecektir.

Evet, şaşırmayın, oldukça yalın bir profesyonel kadro ile faaliyetlerini sürdüren TÜSEV’de Temsilciler Kurulu olarak Genel Sekreterimiz için tanımladığımız önemli bir “kısıt” bu: Çalışanların acil durumlara karşı hazırlıksız olmasına izin vermemek!

Bu kural nedeniyle / sayesinde TÜSEV’de İlkeli Temsil metodolojisini uygulamaya başladığımızda Genel Sekreterimiz Başak’la (Ersen) binamızın depreme dayanaklılığı konusunu konuştuğumuzu ve bir süre önce yapılan çalışmalar hakkında bilgi alarak rahatladığımızı hatırlıyorum. Yine bu kural kapsamında ve kendi “makul yorumu” ışığında şimdiki Genel Sekreterimiz Rana (Kotan) tüm çalışanların ilkyardım eğitimi almasını sağlıyor ve Temsilciler Kuruluna da bu konuda periyodik olarak bilgi aktarıyor. Biraz durup düşünelim: Ülkemizdeki çoğu kurumda İlkeli Temsil metodolojisi uygulanıyor olsaydı ve yukarıdaki madde de tüm yöneticiler için standart bir kısıt olarak tanımlansaydı, mevcut binaların depreme dayanıklılığını denetlemek ve yeni inşaatların yönetmeliklere uyumu konusunda bugünkünden çok daha farklı bir tablo görmez miydik?

“Kurum – Ülke” ve “Yönetici – Cumhurbaşkanı” benzetmesi aklınıza yatıyorsa geçen ayki yazımda TÜSEV örneği üzerinden bahsettiğim “Acil Durum Genel Sekreter Yedeklemesi” kısıdını da tekrar hatırlayabiliriz. Küçük bir kurumda dahi faaliyetlerde hiçbir aksaklık yaşatmadan tepe yöneticinin görevlerini devralacak bir diğer yöneticinin -veya sistemin- olması önemli bir yönetişim standardıdır. Darısı ülkelerin başına…

Başımız sağ olsun; artık akıllanalım…

Mart ayında görüşmek üzere…